Ağrı Haber

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih Gecit Ahmed-i Hânî Röportajı 2

Ağrı Haber

Hânî hazretlerinin de ifade ettiği gibi kendisinden önceki edebiyat ve ilim meydanlarında Kürtçe yerine Arapça, Farsça ve Osmanlıca kullanılırdı...

AHMED-İ XANİ'NİN YARARLANDIĞI VE ETKİLENDİĞİ İLMİ GELENEK KONUSUNDA NELER SÖYLERSİNİZ?

Hânî hazretlerinin de ifade ettiği gibi kendisinden önceki edebiyat ve ilim meydanlarında Kürtçe yerine Arapça, Farsça ve Osmanlıca kullanılırdı. O dönemin ilim disiplini ise bölgemizin tüm ilim disiplinlerinin dayandığı Nizamiyye Medreseleri ilmi program ve usulüne göre işlemekteydi.

Bu hususu Molla Mahmud-i Beyâzidî’nin eserlerinde görmekteyiz. Onun verdiği bilgiye göre Kürt bölgelerinde şeyhlerin ve mollaların etkili olduğu, çocukların ilk eğitimlerini köy ve mahalle imamlarından tahsil ettiği, talebelerin ve medreselerin ihtiyaçlarının halk tarafından karşılandığı, eğitim faaliyetlerinin resmi olmadığı, tamamen sivil bir şekilde halkın maddî ve manevî desteğiyle sürdüğü, tedris dilinin Ali Teramâhî’den önce Arapça olduğu, bu konuda Kürt talebelerinin bir takım zorluklar yaşaması nedeniyle Teremâhî tarafından bir değişiklik yapılarak Kürtçe’nin de eğitime dâhil edildiği, Ahmed-i Hânî ve sonrası şair ve yazarların bundan sonra Kürtçe eser vermeye başladıkları anlaşılmaktadır.Beyâzidî’nin başka bir eserinde verdiği bilgiye göre Kürtler arasında medrese ve ta’lim son derece önemsenen ve değer verilen durumda idi.

Bazidî, talebelerin memleketlerinde ön bilgileri aldıktan sonra ilimlerini geliştirmek için Cizre, Bağdat, Musul gibi ilim merkezlerine gittiklerini bildirmektedir. Zikrettiği bazı ders kitaplarından da anlaşıldığı gibi, günümüzde geleneksel medrese eğitimi verilen kurumlarda sürdürülen eğitim sistem ve programının hemen hemen aynısının o dönemde de uygulandığı anlaşılmaktadır. 

Örneğin nahiv, sarf, mantık, bedi’, belağat gibi ilimlerin okutulduğu açıkça anlaşılmaktadır. Medrese ve ulema açısından bakıldığında ise, elimizdeki kaynaklar, Şeyh Ahmed-i Hânî öncesi ilim ve fikir hayatı konusunda henüz tekâmüle uğramadığından dolayı bu konuda biraz daha sabretmek durumundayız.

Bulunduğumuz aşamada biz Ahmed-i Hânî’ninüstadlarının isimlerini ve ders gördüğü medreselerin isimlerini kat’î bir şekilde henüz bilmemekteyiz. Ümidimiz, araştırmacıların bir an önce bize yeterli bilgiler vermesidir.

AHMED-İ XANİ'NİN KİMLİĞİ HAKKINDA GÜNÜMÜZDE BAZI NİTELENDİRMELER YAPILMAKTADIR. BU NEDENLE BİR SORU SORMAK İSTERİZ: O BİR KÜRT MİLLİYETÇİSİ MİYDİ YOKSA BİR ÜMMETÇİ Mİ?

Bunu anlamak için onun eserlerine bakmak gerekir. Onun eserlerinde biz sorduğunuz soru ile ilgili iki önemli husus görmekteyiz. Birincisi onun Muhammedi Ümmete yaptığı vurgudur. Ahmed-i Hânî bu ümmet vurgusunu Nubihar'daşöyle yapar:

Ey Allah’ım, kendi lütfünle ümmetine et ihsan

Kur’an ve imanla gönder onları bu dünyadan!

Bir şehsuvar gibi sürdükçe ümmetini atından

Cennete götürsün tümünü, hesap meydanından.

Dünyada ne kadar salâvatlar varsa

Ümmi peygamberimiz hepsinin alıcısıdır

Ki ona ümmet oldular

Araplar, Acemler, Kürtler ve Rumlar

Şu medetsiz ve çaresiz ümmetini

Mem u Zin'de de şöyle der:

Himmetiyle büyüttü yüce eyledi.

Şu yüz derecelik kötülüğümüzle

Yine senden ümitsiz olmayız biz

Hatta şu zayıf naçar Hânî bile,

Kötü, kem ve cehenneme layık

O da kötülüğü ve köpekliğiyle

Ümmetten olduğunu iddia ediyor

Ameli kötü köpek gibi olan onu

Bari sahabelerin takipçisi kabul eyle!

Bir İslam alimi ve arifi olan Xani'nin bu vurgusu aslında Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetin muktezasıdır: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”(Al-i İmran, 3/31)

İkincisi de mensubu olduğu Kürt halkının bazı sosyal, siyasal, dünyevi ve insani haklardır ki Xani bunlar konusunda da aktif davranmış, duyarsız kalmamış ve bu sorunları son derece dikkat çekici bir şekilde dile getirmiştir. Bu bağlamda içinde yaşadığı zamanın yöneticilerinin Kürtlerle ilgili uygulamalarından rahatsızlık duymakta ve bunu ifade ederken sakınca görmemektedir.

Bir Kürt emiri olan Mir Muhammed Pirbela'nın adaletli ve dirayetli bölgesel yönetimini de övmekte, hatta onun vefatı üzerine son derece etkili bir mersiye yazmış bulunmaktadır. Nevbihar'da Türkler, Farslar ve Araplarla birlikte Hz. Muhammed'in önderliği çerçevesinde hareket etmelerini tavsiye eden Xani, Mem u Zin'de onların ümmet içerisindeki durumundan şikâyet etmektedir. Hatta eserlerini Kürtçe yazmasının sebeplerinden biri olarak da bu durumu göstermektedir.

Örneğin Mem u zin'de şöyle demektedir:

Ey Xanî, sen ki yetkinlikten yoksunsun

Marifet meydanını tenha bulmuşsun.

Saf olanı terk edip tortuyu içtin

İnci gibi olan Kürt dilini seçtin

Özenle ele alıp düzen verdin sen

Halk için cefa ve eziyet çektin sen

Ki elalem çıkıp da demesin,

“Kürtler Yeteneksiz, hünersiz, temelsizdiler

Türlü türlü milletin vardır kitabı

Yalnızca şu Kürtlerin yoktur nasibi”

Hem düşünce ehli demesin ki,

 “Kürtler Aşkı amaç diye hedef seçmemişler

Aşktan, sevgiden nasipsiz kalmış onlar

Hakikatten, mecazdan vazgeçmiş onlar”

Kürtler asla yetkinlikte az değiller

Ve fakat kimsesiz ve mecalsizdirler

Hepsi birden cahil, bilgisiz değil ki

Amma öyle yoksul ve sahipsizler ki

Bizim de kimimiz kimsesiz olsaydı

Bir kerem sahibi, işbilenolsaydı ...

O an vezinli sözün bayrağını ben

Dünyanın tepesine dikerdim hemen

Mela[yêCizîrî]‟nin ruhunu geri getirirdim

Onunla [Elî] Herîrî‟yi diriltirdim

Bir sevinç verirdim FeqîyêTeyran'a

Sonsuza dek hayran kalırdı o da…

Bu sebeple biz Xani'yi milliyetçi veya ırkçı birisi olarak değil, mensubu olduğu ümmetin ve milletin sosyal, siyasal, iktisadi ve insani sorunlarıyla da ilgilenen bir din alimi, bir entelektüel şahıs ve bir ilim, fikir, hareket adamı olarak görmeliyiz.

 

XANİ'NİN YETİŞTİĞİ ÇEVRE OLARAK BEYAZID BÖLGESİ HAKKINDA NELER DERSİNİZ?

Eski ismiyle Beyazıt (Bayizd-Bazid), yeni ismiyle Doğubayazıt, Osmanlı Dönemi’nin en önemli sancak merkezlerinden biri vasfını taşımaktaydı.

Doğubayazıt ilçesi, tarihi, sanatsal, turistik, coğrafik yapısı itibarıyla çok önemli bir ilçe olduğu gibi, ilim ve kültür tarihimiz açısından da son derece büyük bir önem arz etmektedir.

Osmanlı tarihinde bölgenin en önemli idari merkezi konumunda olan ilçe, İran sınırına en yakın Osmanlı vilayeti olarak da Sünni-Şii hocalarının ilmi münazara ve tartışmalarının yoğun olduğu bir merkez konumundaydı.

Kaynaklar, Osmanlı-Safevî mücadelesinin önemli ve şiddetli bir aşamasının da Sünnî ve Şiî hocaların mezhebî ve kelamî tartışmaları olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle Doğubayazıt, eskiden beri bölgenin en önemli ilim merkezlerinden birisi olarak anılmaktadır.

Doğubayazıt’ta medfun olan Şeyh Ahmed-i Hani’nin Hakkâri’den göçüp buraya gelmesi, onun türbesinin etrafında defnedilen zamanın müderrisleri Arvasi Seyitlerinin de Van’dan İshak Paşa’nın özel daveti üzerine Beyazıt’a gelip medreselerde ders vermeleri, Cumhuriyet Dönemi en önemli din ve fikir adamlarımızdan Bediuzzaman Said-i Nursi’nin Şeyh Muhammed Celali medresesinde doksan kişilik bir öğrenci grubu ile beraber eğitim görmesi, bu ve benzeri hususların birçok yazılı belge, kitap, dergilerde kayıt altına alınması, aynı zamanda bu rivayetlerin ve tarihi gerçeklerin sözlü olarak halk arasında meşhur olması, ilçemizin zamanında bir ilim merkezi misyonunu başarıyla ikmal ettiğinin vesikası olarak kabul edilebilir.

Buraya kadar belirttiklerimizden de anlaşıldığı gibi Doğubayazıt’ta doğan ve büyüyen, eğitiminin ve tedrisat hayatının büyük bölümünü Doğubayazıt’ta geçiren, buradaki medreselerde ders gören ve daha sonra müderrislik yaparak binlerce talebe, âlim, din görevlisi yetiştiren, halk arasında da birçok toplumsal, dini problem karşısında sorun çözücü hakem ve etkin kanaat önderi olarak kabul edilen Beyazıtlı ilim ve fikir adamları ile onların dini ilimlerle ilgili yazmış oldukları eserleri isim, içerik ve konusal açıdan son derece önemlidirler.

Bu eserler, bölge halkının inançlarının sabit kılınmasında ve dinî merasimlerinin benimsenmesinde son derece etkili olmuşlardır. Bugün Beyazıd’da söz konusu eserleri okuma seviyesi olmayanlar bile teberrüken evlerinde korumaktadırlar. Bu da Osmanlı Dönemi Beyazıd Sancağının ilim ve fikir hayatının hala etkisini sürdürdüğünü göstermektedir.

Aradan geçen bir asırlık zamana rağmen, Selçuklu’dan başlayıp, Osmanlı ile köklüleşen ve Cumhuriyet döneminde etkisini devam ettiren bu köklü eğitim sisteminde zamanla bazı revizyonlar da yapılmıştır. Bu revizyonlar neticesinde medreselerde Ahmed-i Hânî ve takipçilerinin Kürt Dili ve Edebiyatının da medresede ilmî ve resmî dil yapılması yönündeki inanç ve talebenin sivil olarak uygulanışı sağlanmıştır. Ayrıca şu gerçek çok net bir şekilde anlaşılmıştır ki, günümüzün ideolojik mücadeleleri ve materyalist-maddeci anlayışların egemenliğinin yaygınlaşmasına rağmen, Beyazıd ve çevresinde hala güçlü bir dinî ve ilmî temel bulunmaktadır.

Bölge halkının, tarihî gelenekleri ve dinî anlayışları üzerinde ısrar etmesinin temelinde yukarıda adı geçen ulemanın rolü büyüktür. Bu da netice olarak bölgemizin birçok sorunlarının çözümünde dinin ve din adamlarının etki ve katkısını yeniden gündeme getirmektedir.

AHMED-İ YESEVİ İLE AHMED-İ XANİ HAKKINDA MUKAYESE YAPAN BİR MAKALENİZ VAR. BÖLGEMİZDE YAŞAYAN TÜRK VE KÜRT MÜSLÜMANLARIN DEĞER VERDİĞİ BU İKİ BÜYÜK ŞAHSİYETİN VERDİKLERİ MESAJLAR ÖZELLİKLE GÜNÜMÜZDE DAHA DA ÖNEM ARZ ETMEKTEDİR. BU SEBEPLE ÇALIŞMANIZDA ULAŞTIĞINIZ SONUÇLARI MERAK EDİYORUZ. BU KONUDA NE DERSİNİZ?

Önemli bir hususa dikkat çektiniz. Ahmed-i Yesevî ve Ahmed-i Hânî, Allah’ın veli kulu ve Hz. Muhammed’in aşığı olarak tanınan ve asırlardan beri iki Müslüman halk olan Türkler ve Kürtler içerisinde İslam Dininin özümsenmesini sağlayan tarihin rastladığı ender şahsiyetlerdendir.

İkisinin en orijinal yanı, yaygın adetlere muhalif olarak Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmelerine rağmen, İslami hakikatleri içinde yaşadıkları ve ekmeğini yedikleri toplumun mahalli diliyle ifade etmeleri, böylece İslam ile ilgili hakikatleri ve bilgileri kendi anladıkları dil ile sehl-i mümteni cinsinden şiirsel ve edebi uslüp içerisinde dile getirerek o halkların asırlar boyunca Müslüman kalmalarını ve Hz. Ömer’den itibaren başlayan İslamlaşma sürecinin tekamül etmesini sağlamışlardır.

Aynı zamanda böyle yapmakla dinin sadece ulema ve ilmi tahsil eden zümreler içerisinde kalmasını engelleyerek halkın içerisine aktif bir unsur olarak girmesini, dini bilgilerin yaygınlaşmasını, özümsenmesini sağlamışlardır. İslam Dünyasının birbirinden uzak iki ayrı merkezinde doğup yetişmiş iki büyük irfan abidesi arasında genel bir mukayese yapıldığında şu önemli sonuçlara varılmaktadır:

a.Her iki şahsın adının “Ahmed” olması, yetişmiş oldukları iki toplumun peygamber sevgisini dile getirmektedir.

b.Her iki arif şiirlerinde sık sık Hz. Muhammed’in adını taşımakla gurur duyduklarını ifade etmişler ve bunun bir şefaat vesilesi olduğunu belirtmişlerdir.

c.Her iki sufi, yaşadığı toplum tarafından büyük sevgi ve saygı gördüklerinden haklarında muhtelif rivayetler ve menkıbeler geliştirilip yarı efsanevi bir şahsiyete dönüştürülmüştür.

d. Her iki abid, Arapça ve Farsça dillerini iyi bilmelerine ve bu diller yaşadıkları döneminde revaçta olan dilleri olmalarına içinde yaşadıkları toplumun dilleri olan Türkçe ve Kürtçe ile yazmışlardır. Buradan da şu sonuç çıkmaktadır: Yesevî ve Hani, çevre toplumlarının İslamlaşması için o halkların dini anlayıp içselleştirmesi için temel İslami mesajları mahalli dillerle ifade etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu da etkili olmuş ve Divan-ı Hikmet ile Mem u Zin’in halk tarafından asırlar boyunca ezberlenip tekrar edildiği için onların içerdiği dini mesajlar da halkın vicdanında yer edinmiş, geniş halk kitlelerinin İslam’la olan irtibatının güçlenmesini sağlamıştır.

e.Her iki şeyhin şiirlerinde şeriatın zahirine aykırı düşen ve batın adı altında Kur’an ve Sünnet’e ters te’vilerle tevil edilen hususlar bulunmamaktadır.

f.İkisinin şiirlerinde halkı iman konusunda şüpheye götürecek, sahih İslam itikadına aykırı gelecek düşüncelere yer verilmemiştir. Ehl-i sünnet itikadı her vesileyle savunulmuştur.

g.Her ikisi de şeriat-tarikat birlikteliğini esas almışlardır. Şeriata aykırı tarikat anlayışı ile tasavvuf ve zühdden ari kuru bir şeriat düşüncesini kabul etmemişlerdir.

h.İlginçtir her ikisinin ilim ve tarikat silsilesi Nakşibendi tarikatı vesilesiyle aynı üstadlarda buluşmaktadır. Bunun Türklerin ve Kürtlerin coğrafi ve tarihi birlikteliğiyle tevafuk etmesi anlamlıdır.

i.Her ikisi de sadece dini konularla ilgili irşatlarda bulunmamışlardır. Aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumun sosyal, siyasal, ekonomik durumları ile de ilgilenmiş, bu konularda da halkı yönlendirmişlerdir.

j.Her ikisinin kabrinin üzerinde yapılan türbe Müslüman ziyaretçilerin ziyaretgâhı olarak tebarüz etmektedir ve günümüzde bile dini duyguların kabarıp muhafazası konusunda etkide bulunmaktadır.

k.Sovyet Rusya’da komünist sistem Ahmed-i Yesevî’nin unutulması ve eserlerinin yok olması için uğraşıp Divanının basımını yasaklamasına rağmen yıllar geçtikçe halkın Yesevî’ye ilgi ve alakası artmış, ilim adamları bu konuda birçok çalışmalar yapmışlardır. Onun 1992’lerde basılan Divan-ı Hikmet adlı eseri kısa sürede yüksek tirajlara ulaşmıştır. Aynı durum Ahmed-i Xânî’nin eserleri konusunda da söz konusu olmuş ve yıllar, hatta asırlar sonra onun da eserleri ilim dünyasına ve yayın hayatına sunulmuştur. 1960 ve 70'li yıllarda Mehmet Emin Bozarslan tarafından yayınlanan çevirisi bir çok adli tahkikat geçirmesine rağmen birkaç senen evvleTürkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Ahmed-i Hânî’ninMem u Zin adlı eserini tıpkıbasım halinde ve yeniden tercüme ettirerek yayınlamıştır. Bugün birçok akademik birimde her ikisi hakkında yapılan çalışmalar bulunmaktadır ve bu çalışmalar gün geçtikçe artmaktadır. Toplumumuzun ve İslam âleminin sorunlarının çözümünde ve yeni nesillerin terbiyesinde ikisini model alacak sistem ve şahıslara ihtiyacımız bulunmaktadır.

 

YRD. DOÇ. DR. MEHMET SALİH GECİT

AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ

İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ

KELAM ÖĞRETİM ÜYESİ

 

 

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.