Ağrı Haber

Zekeriya Yapıcıoğlu Ağrı'da Bazı Açıklamalarda Bulundu

Ağrı

Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu: Adalet konusunda çok ümitvar değilim keşke güzel şeyler söyleyebilseydim

Ağrı’da STK temsilcileri ve basın mensuplarıyla bir araya gelen HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu gündeme dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Bir dizi ziyaret ve çalışmaları kapsamında Ağrı’da bulunan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, akşam yemeğinde STK temsilcileri ve basın mensuplarıyla bir araya geldi.

Gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan Yapıcıoğlu, gün içerisinde yaptığı esnaf ziyaretinden izlenimlerini ve esnafın taleplerini de basınla paylaşarak, yetkililere, “vatandaşların taleplerine kulak verin” çağrısında bulundu.

ABD ile yaşanan diplomatik krizi ve sonrası ekonomik göstergelerde yaşanan olumsuz gelişmeleri de değerlendiren Yapıcıoğlu, hükümetin ABD’ye karşı takındığı tavrın doğru olduğunu, ancak daha somut adımların atılması gerektiğini belirtti. Yaşanan bu gelişmelerden dolayı özellikle küçük esnafın yaşayacağı ekonomik sıkıntıların hükümet tarafından dikkate alınması gerektiğinin de altını çizdi.

Basın mensuplarının sorularını da cevaplayan Yapıcıoğlu, ülkede Devam eden adaletsizliklenden Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin düzenlediği referanduma ve Suriye’de yaşanan son gelişmelere kadar birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu.

Yapıcıoğlu’nun açıklamalarından satır başları:

“Ağrı esnafının durumu ve genel olarak Ağrı'nın durumu çok iyi değil”

Bu sabah Ağrı ilimize ziyarete geldik. Cumhuriyet Caddesi'nde esnaflarımızı ziyaret ettik, onları dinledik, sorunlarını ve güncel bazı meseleler ile ilgili görüşlerini birinci ağızdan, kendilerinden dinleme fırsatı bulduk. Ağrı esnafının durumu ve genel olarak Ağrı'nın durumu çok da iyi değil. Ağrılılardan dinlediğimiz sorunlardan bir tanesi de; Ağrı'daki hastanenin bir türlü bitirilememesi, hatta buradaki kardeşlerimizin birisi dedi ki bitişik şehirden, Erzurumlu birisi Sağlık Bakanı olunca biz sevindik dedi ki; ‘hemşerimiz Sağlık Bakanı oldu, İnşallah bize de bir hastane yaparlar veya komşuda pişer bize de düşer. Ama komşuda pişenin kokusu bile bize gelmedi.’ Ağrılıların ciddi bir talebidir. Burada sizlerin, basın mensuplarının vesilesiyle yetkililere duyurmuş olalım; Hastanenin bir an önce bitirilmesi, seçim döneminin beklenmemesi gerektiği çok sayıda Ağrılı tarafından dile getirilen bir husustur. Biz de sorunlarını dile getireceğimizi söyledik. Böylelikle birinci adımı atmış olalım.

“Üretim bandı dönmüyor Ağrı'da”

Biraz önce Sanayi ve Ticaret Odası Başkanımız ile sohbet ederken aldığımız bir rakam; 3 bine yakın üyesi olan odanın üyelerinden yarısından daha azı, 1400 civarı aktif ve bunların çoğu da ticaret erbabı, yani sanayici değil. Üretim bandı dönmüyor Ağrı'da. Bu nedenle Ağrı çok fazla gelişmiyor gelişemiyor. Ümit ediyoruz ki bu döngünün kırıldığı zamanları görürüz.

Hükümetin sürekli dile getirdiği bir şey var, sermayenin ürkek olduğunu söylüyorlar. Evet, sermaye ürkektir. Hükümet, yeterince güvenli bir ortamın olmamasından dolayı sanayicinin, yatırımcının bu bölgelere gelmediğini söylüyor, doğrudur. Fakat biz de şunu söylüyoruz; güvenliğin tesis edilmesi de hükümetin sorumluluğundadır. Yani hükümet vazifelerinden birisini eksik yaptığında bu eksikliğini başka bir hatasına veya eksiğine mazeret yapmakta haklı değildir. Buradaki vatandaşın da huzur içinde yaşama hakkı vardır. Buradaki vatandaşın da memleketini terk etmeden iş güç sahibi olma, kendinin ve çoluk çocuğunun rızkını burada kazanma talebi sonuna kadar haklı bir taleptir. Bunu da Ağrılı kardeşlerimiz, Ağrılı vatandaşlarımız adına dile getirmiş olalım.

“Çok iyi durumda olmayan esnafın durumunu biraz daha zorlaştıracaktır”

Gündemin en sıcak konularından bir tanesi; biliyorsunuz şu anda Amerika ile bir diplomatik kriz yaşanıyor. Amerikan diplomatik misyonlarında görev yapanlardan bir kişinin siyasi ve askeri casusluk yaptığı iddiası ile tutuklanmasının ardından Amerika göçmenler hariç vize işlemlerinin bütün diplomatik misyonlarda durdurulduğunu açıkladı. Birkaç saat sonra aynı gerekçelerle bu sefer Türkiye, kapıda vize işlemlerini durdurdu durdurduğunu söyledi ve basına düşen haberlerden takip ettiğimiz kadarıyla, başka bir konsolosluk çalışanı ifade için savcılığa çağrılmış, onun eşi ve oğlunun da Amasya'da gözaltına alındığı basına düştü. Bu şunu gösteriyor; bu kriz bir müddet daha tırmanacak. Bu krizin tırmanması, daha doğrusu bu krizin çıkması doların ateşini yükseltti. Hem altın yükseliyor, hem döviz yükseliyor. Bu da zaten çok iyi durumda olmayan esnafın durumunu biraz daha zorlaştıracaktır.

“Bu saatten sonra hiç kimse tarihi geriye saramaz”

Gündemin sıcak konularından bir tanesi de 20 günden fazladır hararetle tartışılıyor, hatta referandum öncesinde gittikçe dozu yükselen, sertlik derecesi yükselen bir tartışma; Irak Kürdistan Bölgesinde yapılan bağımsızlık referandumu ve onunla bağlantılı konular. 25 Eylül'de malumunuz bir referandum yapıldı. Bu referandumun yapılmasına dair karar 7 Haziran'da alınmıştı. Referandumun yapılması haklıydı, haksızdı, doğruydu, yanlıştı… Onlara bu saatten sonra girmenin çok fazla bir şey kazandırmayacağını düşünüyorum. Çünkü 25 Eylül'de ilan ettikleri gibi bir referandum yaptılar ve referandum sonuçlandı. Bu saatten sonra hiç kimse tarihi geriye saramaz. Hiç kimse bu referandum olmamış gibi ya da henüz 25 Eylül gelmemiş gibi davranamaz. Türkiye, Irak Merkezi Hükümeti ve İran bu referandumu tanımayacaklarını, sonuçlarını konuşmayacaklarını söylediler. Kendi tercihleridir.Konuşmazlar, sonuçlarını tanımazlar, veya tanırlar onların bileceği iştir. Ama bizim üzerinde durmak istediğimiz husus şudur: bu referandum gerekçesi ile askeri seçeneklerin de masada olduğunun dinlendirilmesi bile çok ciddi bir hatadır. 15 Temmuz darbe girişiminden önce de, darbe esnasında da darbeden sonra da Türkiye'nin ve hükümetin müttefiklerimiz, dostumuz dedikleri Batı'nın aslında Türkiye'ye çok da dost olmadıkları ve belki de Türkiye’nin kuyusunu kazmaya çalıştıkları hemen herkes tarafından görüldü. Biz de diyoruz ki; eğer Türkiye kendi içini sağlam tutmazsa, eğer Türkiye kendi sorunlarını sükûnetle, suhuletle konuşmayı beceremezse, eğer Türkiye kendi iç barışını temin edip bunu iyice sağlamlaştıramazsa dışarıya kafa tutması zordur. İnsan önce kendi evinin içini düzeltmesi, kendi birliğini temin etmesi gerekir.

“Kardeşlerinizle aranızı bozmayın”

Biz HÜDA PAR olarak; hükümete özellikle şu referandumla ilgili gerginlik çıkmaya başladığından bu yana şunu tavsiye ediyoruz; bakınız Allah sizi uyarıyor. ‘Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Siz onların milletine tabi olmadıkça onlar asla sizden razı olmayacaklar. Bu Allah'ın kelamıdır ve ondan daha doğru sözlü olan yoktur. Allah bütün kullarını en iyi şekilde tanıyandır. Biz de şunu ilave ediyoruz; asla size dost olmayacak, sadece menfaatleri gereği bazen size dostmuş gibi bir görüntü çizenlerin dostluk mesajlarına güvenerek gerçekten kardeşleriniz olanları güçlendirmeyin. Kardeşlerinizle aranızı bozmayın.

“Sizi oyuna getiriyorlar”

Sizler İslam ümmetinin farklı unsurları, farklı kavimleri, farklı halkları olarak yan yana durduğunuzda, birbirinize sırtınızı dayayabildiğinizde belki kendiniz muhkem bir kale haline gelirsiniz. O muhkem kale içerisinde kendileri de muhkem kale olmuş, ümmet ruhunu yakalamış o bilinci yakalamış, birlikte hareket edebilen unsurlar olarak belki siperlerde, belki burçlarda sizi yenmeye, sizi yok etmeye, sizi kendilerine esir etmeye çalışanlara karşı dikkatli bir şekilde nöbetlerde iken kimse size zarar veremez. Ama o size zarar vermeye çalışanlar sizi kandırıyorlar. Sizi oyuna getiriyorlar ve her birinize diyorlar ki; ‘bakın arkanızda düşman var.’ Muhkem kalenin içerisinde birbirleriyle kardeş olan insanlar düşmanları bırakıp arkalarına dönüyorlar, kendi kardeşlerine dikkatlerini yoğunlaştırıyorlar. Namlularını ve öfkelerini kardeşlerine yönlendiriyorlar. Böyle yaptıkları müddetçe de düşmanlarına yem oluyorlar. Yapmayın bunu diyoruz. Size düşmanlık edenleri dost diye bilip kardeşlerinize öfkenizi yöneltmeyi, silahlarınızın, tüfeklerinizin, tanklarınızın namlularını birbirinize çevirmeyin. Eğer sizin birliğiniz bozulursa, eğer sizin kardeşliğiniz bozulursa sizin gücünüz gider, sizin havanız gider, sizin devletiniz, sizin şevketiniz gider. Sizin izzetiniz gider. Bu duruma düşmeyin. Bunu İslam ümmetinin bütün topluluklarına hatta bütün fertlerine söylüyoruz ve söyleme devam edeceğiz. Evet, çok ciddi bir tehlike var ve bu tehlike çok yakındadır, kapıdadır. Evet, İslam coğrafyasını yeniden paramparça etmek istiyorlar. Ama herkes şunu çok net bilsin ki; eğer duygularda bölünme, eğer psikolojik bölünme, eğer fikri bölünme gerçekleşmezse onları fiziki olarak kimse bölemez, Ama eğer duygusal kopuşlar yaşanırsa, eğer zihinlerde zaten ümmet paramparça olursa veya ümmetçi ruh ölürse, kaybolursa o zaman fiziki bölünmeler, o zaman coğrafi bölünmeler, o zaman harita üzerinde birbirinden kopmalar çok daha kolay hale gelecek, onları birbirinden koparmaya çalışanlar bu isteklerini rahatlıkla yerine getirebilecekleridir.

Bizim İnancımız şudur ki; 100 yılı aşkın bir süredir uykuda olan ümmetçi ruh, o derin uykudan mutlaka uyanacaktır, uyandırılmalıdır. Uykuda olan bir şey bir gün uyanacaktır.Uyku ne kadar ağır, ne kadar derin ve ne kadar uzun olursa olsun. O gaflet uykusundan ümmetin bütün evlatlarının uyanışının yakın olmasını temenni ediyoruz.

“Suriye'de yanan bir fitne ateşidir”

Basın mensuplarının sorularını da cevaplandıran Yapıcıoğlu, Suriye’de yaşanan son gelişmeler hakkında şöyle konuştu:

Malumunuzdur 2011 yılının Mart ayında Suriye'de karışıklıklar başladı ve o günden bu yana bizim sürekli olarak tekrar ettiğimiz husus şudur; Suriye'de akan kardeş kanıdır. Suriye halkının birbirine karşı savaşması, birbirinin kanını dökmesi sadece Suriyeyi değil çevresindeki bütün ülkeleri etkileyecek ve hepsini acıya sürükleyecek, zarara sürükleyecek kötü bir savaştır. Suriye'de yanan bir fitne ateşidir. Bu fitne ateşini bir mezhep savaşına dönüştürmek için biraz önce bahsettiğim o asla İslam memleketlerine, İslam beldelerine ve Müslümanlara dost olmayacak kişiler tarafından körükleniyor ve onların yerli işbirlikçileri de bu ateşe benzin döküyorlar. Başından beri söylediğimiz hususlardan bir tanesi şudur: Diyoruz ki; bu ateşin sönmesi için emperyalistlerden medet beklemek yerine bölge ülkeleri bir araya gelmeli, beraberce, el ele tutuşup bu fitne ateşini söndürmeye çaba sarf etmelidirler. Şu anda,Türkiye'nin İdlib’e girmesi Astana görüşmelerinde Rusya ve İran ile beraber vardıkları çatışmasız güvenli bölgelerin oluşturulması, akan kanı durdurmak amacıyla ise bu elbette iyi bir şeydir. Fakat doğrusu şu anda oraya girişin amacının ne olduğu hususunda henüz net bir şey görünmüyor bize göre. Çözüm şu veya bu muhalif grubun ya da rejimin ya da devletin birilerine destek verip onu daha üst seviyelere çıkarması değildir. Çözüm, yanan fitne ateşinin söndürülmesidir. Bu ateşin söndürülmesi, orada akan kanın durdurulması için atılan bütün adamları olumludur ve bizim tarafımızdan desteklenecektir

“Bu şekildeki bir tartışma elbette ümmetçi ruha herhangi bir fayda sağlamaz”

25 Eylül'de yapılan referandum bu ümmetçi ruha darbe mi vurur, sekteye mi uğratır yoksa onun uyanmasına, uyandırılması ne katkısı olur, doğrusu bu birazda ümmetin evlatlarının takınacağı tavırla ilgilidir. Şimdi şu ana kadar bu meselenin tartışılması ümmet merkezli değil. Milli menfaat merkezli ve kavim merkezlidir. Bu şekildeki bir tartışma elbette ümmetçi ruha herhangi bir fayda sağlamaz. Bizatihi o referandumun kendisi yani soyut olarak referandum ümmetçi ruha ne zarar verir ne de ona katkı sağlar. Ama dediğim gibi, ümmetin evlatları bunu mensup oldukları inancın kendilerine çizmiş olduğu ana çerçevenin içerisinde kalarak tartışırlarsa, gerçekten adaleti temin etme onlar için ana hedef olursa, ben öyle inanıyorum ki bu şekilde bir tartışma ümmetçi ruhun uyanmasına ve kardeşliğin pekişmesine de sebep olur.

“Türkiye'deki Kürtler kahir ekseriyetle eşit vatandaşlık temelinde birlikte yaşamdan yanadır”

Irak Kürdistanı’nda yapılan referandumun Türkiye'de de böyle bir şeyin dillendirilmesine neden olup olmayacağı ya da bunu tetikler mi şeklindeki soruya karşılık Yapıcıoğlu

"Daha referanduma gidilmeden önce de bunu dillendirenler olduğu gibi bundan sonra da dillendirenler çıkacaktır. Fakat şunu unutmamak gerekir; oradaki şartlar ile Türkiye'deki şartlar farklıdır. Yani her ülkenin, her coğrafyanın, her halkın, kendi içerisinde bulunduğu şartlara göre bir tavır takınması ve ona göre kendisi için bir gelecek tahayyül etmesi en doğal olanıdır. Biliyorsunuz; Irak Kürdistan Bölgesi'nde yoğun olarak Kürt nüfus yaşamaktadır. Kürt olmayanları da vardır elbet orada. Türkmenler vardır, Araplar vardır, gayrimüslim unsurlar vardır. Ama nüfusun çok büyük bir yoğunluğu Kürttür ve Irak'taki Kürtlerin neredeyse tamamı o bölgede yaşamaktadır. Tartışmalı bölgeler ile birlikte diyebiliriz ki başkent Bağdat'a taşınmış bazı Kürtlerin dışında neredeyse diğer taraflarda Kürt yoktur. Ama Türkiye'de Kürt nüfus yarısından fazlası batı illerinde yaşamaktadır. Türkiye'deki Kürt nüfusun çok önemli bir bölümü memleketin batısında ya da doğusunda Türklerle akrabalık kurmuşlardır, ticari ortaklık kurulmuştur, birlikte çalışıyor, birlikte yaşıyorlar. Kanları birbirine karışmıştır. Türkiye'deki şartlar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir şeyin dillendirilmesi halinde çok fazla müşteri bulmayacağı kanaatindeyiz. Türkiye'deki Kürtler kahir ekseriyetle eşit vatandaşlık temelinde, eşit haklara sahip vatandaşlar olarak birlikte yaşamdan yanadır. Bu oran yüzde seksenler yüzde 90'ların üzerindedir ve şartlar çok önemli bir değişikliğe uğramazsa bunun kısa vadede değişmesi çok mümkün görünmüyor diye düşünüyoruz." dedi.

“Türkiye'de adalet, adamına göre işler”

Enis Berberoğlu’nun cezasının bozulması ve yeniden yargılanması ile ilgili gelişme hakkında da değerlendirmelerde bulunan Yapıcıoğlu, Türkiye’de hiçbir zaman kanun önünde insanların eşit olmadığını ifade etti.

Yapıcıoğlu, “Biliyorsunuz; Türkiye'de hukuk fakültelerinde veya adliye binalarında ya da Yargıtayın önünde adaleti sembolize eden bir heykel var bir kadın heykeli. Bir elinde kılıç, bir elinde terazi ve gözünde bir bandaj var. O heykeldeki kadının elindeki kılıç cezayı sembolize eder, terazi ise hakları dağıtma, bölüştürme anlamına gelir. Gözündeki bandajı ise şöyle tarif ederler; adaletin gözü kördür, karşıdaki kişiye bakmaz, kim olduğuna bakmaz. Fakat Türkiye'de o kadının gözündeki bandajı aldılar, hatta bazen o kadar çok oynadılar ki üzerindeki elbiseyi bile aldılar. Türkiye'de adalet, adamına göre işler. Bu, bugünkü mesele değildir. Ben kendim adliye koridorlarında çok çalıştım, çok dolaştım, çok dava takip ettim. Hukuk fakültesine giriş yaptığım günden bu yana bendeki izlenim şudur; Türkiye'de hiçbir zaman vatandaşlar kanun önünde eşit olmadılar. Kâğıt üzerinde böyle yazar ama uygulamada birileri daha fazla eşittir. Bu hep böyle olmuştur.” İfadelerini kullandı.

“Hukuku bir silah gibi kullanmışlardır ve insanlara zulmetmişlerdir”

İktidara gelenlerin bir kısmı yargıya etki etme gücüne kavuşmuşlardır. Bir kısmı etki edebilmek için çalışmışlardır. Bazıları bunu başarmıştır, bazıları başaramamıştır. FETO operasyonları başladığın anda Türkiye'de 13000 küsur hâkim ve savcı vardı. Bunlardan 4500 den fazlası yani üçte birinden fazlası FETO ile ilişkili, irtibatlı, iltisaklı oldukları gerekçesiyle meslekten atıldılar. Onların meslekten çıkarılmasına karar veren Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, gerekçe olarak şunu söyledi: Dedi ki; bu adamlar adalet dağıtmaya çalışmamıştır, bu adamlar bulundukları yargı makamlarını ve sahip oldukları yetkileri kendi örgütsel çıkarları için kullanmışlardır, kendilerinin ve kendi elemanlarının önünü açmak için hukuku bir silah gibi kullanmışlardır ve insanlara zulmetmişlerdir, adaletsizlik yapmışlardır. Bu gerekçeyle onları meslekten ihraç ettiler fakat işin hazin tarafı onların zulmettiğini kabul etmelerine rağmen, onların zulmettiği düşünülen bazı kesimler için hemen hızlıca bazı çözümler geliştirdiler. Mesela Ergenekon sanıkları veya benzeri sanıklar, mesela Tahşiye Davası, mesela Selam Tevhid Kumpas Davası diye bir dava açtılar. Bu davadan mahkûm olmuş, cezaları kesinleşmiş olan kimseleri salıverdiler. Dosyaları yeniden ele almak suretiyle haklarında beraat kararı verdiler. Enis Berberoğlu bu yargı tarafından değil, bu yargıdan sonraki yargı tarafından cezalandırılmış olmasına rağmen yine hükümet bir formül bulmuş. Fakat maalesef FETÖ yargısının zulmüne uğradığını hükümetin bildiği pek çok insan, belki milletvekili sıfatları yok diye, belki çok büyük sayıda milletvekilliği bulunan partiler onların arkasında durmuyor diye, belki basın yeterince onlarla ilgilenmiyor diye veya onların çok fazla oyları yoktur diye… onlar içeride kalmaya devam ediyorlar.

“Bu zulüm sona erdirilmelidir”

Hatırlayın! Sayın Cumhurbaşkanının Konya'da bir konuşması olmuştu. 5 yıl 10 yıl hatta 15 yıldır cezaevinde suçsuz yere yatan insanlarımız var, kardeşlerimiz var demişti. İşte o insanlar halen cezaevinde kalmaya devam ediyor. Bu şunu gösteriyor; bir memlekette iktidar olmak memleketi yönetiyor olmak ile eş anlamlı değil. Bazen bürokrasi daha fazla yönetiyor ülkeyi. Yargı bürokrasisi ağır işliyor. Dönemin adalet bakanı, şu anki Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ'ın bir açıklaması olmuştu; ‘Eğer biz FETO mensubu hâkim ve savcıların vermiş oldukları kararları iptal edersek yargı bu yükün altında ezilir.’ diye. Biz de o zaman söylemiştik şimdi bir kez söylüyoruz: Yargı bu yükün altından kalkamaz, bu dosya yükü çok ağır bir yüktür diye suçsuz olduğunu, zulme uğradığını kabul ettiğiniz insanların içeride kalmaya devam etmesini hiçbir gerekçe ile izah edemezsiniz, öne sürdüğünüz gerekçeler ne hukukidir, ne insanidir ne İslamidir ne de vicdanidir. Hiçbir kalıba sığmıyor. Mutlak suretle bir tek kişinin bile zulüm altında kalmasına müsaade edilmemeli, bu zulüm sona erdirilmelidir. Ne zaman sona erecek derseniz; bu konuda doğrusu çok ümitvar değilim, çok güzel şeyler söyleyemiyorum. Keşke söyleyebilseydim.

Amerika zaten Türkiye’ye dost değildir ve hükümetin, onun dostluğunu kaybetmek gibi bir korku yaşamasına gerek yoktur

ABD’nin son vize hamlesi ve Türkiye’nin buna karşı tavrı üzerine yöneltilen bir soruyu da cevaplayan Yapıcıoğlu, ülkelerin dostluk temelinde değil menfaatler temelinde bir ilişki üzerinden ilişkiler geliştirdiğini, bunun da çok büyük zararlarının olduğunu ifade etti.

Yapıcıoğlu konuşmasına şöyle devam etti:

ABD ne hamle yaparsa ve size nasıl muamele ediyorsa sizin de ona aynısını yapmanız gerekiyor. ABD silah gücünden dolayı kendisini dünyanın jandarması olarak görüyor. Atılan adımları doğru buluyorum, hatta bence ABD'nin varlığı bu ülkeden kovulmalıdır. Hani Güney Amerika'da şöyle meşhur bir söz vardır; ‘Darbe riskinin olmadığı tek yer Amerika'dır, çünkü orada Amerika Konsolosluğu ve Büyükelçiliği yoktur.’ diye. Amerika dünyanın her yerinde; evet casusluk yapar, girdiği her memleketi ya kendi menfaatleri için çalışmaya ya da orayı karıştırmaya çalışır. Hatırlayın Halkbank Genel Müdür Yardımcısı tutuklanırken gerekçe olarak ne dediler; ‘Amerikan menfaatlerine aykırı harekette bulundu ve Amerika menfaatlerini zarar verdi.’ diye. Hiç kimsede çıkıp şunu sormadı: ‘Beyefendi! Bu adam senin memurun mu ki senin menfaatlerin için çalışsın?’ Yani senin menfaatin ile benimki çatıştığında elbette ki ben kendi menfaatimi düşüneceğim. Senin menfaatine zarar veriyor diye sen bunu bir suç olarak kabul edip yargılama hakkını kendinde görürsen bunun kabul edilecek bir tarafı yoktur. Fakat şuan uluslararası ilişkileri tayin eden şey budur. Güçlü olan taraf haklıdır. Gücü elinde bulunduruyor ve dünyanın geri kalan kısmı da bunun seyrediyor. Eğer siz hakkın kaynağını güç olarak kabul ederseniz, yani siz dayanak noktanızı güç olarak belirlersiniz, dayanak noktası hak olmaktan çıkarsa, dünya zulme döner. Amerika zaten Türkiye’ye dost değildir ve hükümetin, onun dostluğunu kaybetmek gibi bir korku yaşamasına gerek yoktur. Ben hükümetin yerinde olsam İncirliği kapatırım.

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.